ÇOK MESUDUM MAHMUT
Asker kaçağı olan Mahmut tam “Tek emelime kavuştum, rüyalarım gerçek oldu. Benden mutlu hiç kimse yok.” derken birileri bu mutluluğu ona çok görmüştü belli ki. Gerdek gecesinin sabahı, kapısına inzibat askerleri dayanmıştı. Bu kadar mıydı? Mutluluğu bu kadar kısa mı sürecekti? Mahreminin yüzüne doya doya bakamadan, hayatın tadına varamadan mı bitecekti bu rüya? İsyan etmesine ediyordu; ama ne çare bu diyarlardan zorla da olsa gitmesi gerekiyordu. Nitekim öyle de olmuştu Mahmut askere gitmiş, eşini yapayalnız, çaresiz bırakmıştı.
Gideli dokuz ay olmuştu ki nur topu gibi oğlu dünyaya geldi. Ne var ki , ne Mahmut çocuğu olduğunu, ne de eşi Mahmut’un yaşadığını biliyordu.Bütün yurt topyekün savaşın içindeydi.Askere giden bir daha geri dönmüyordu.Mahmut sıcak kanlılığını orada da göstermiş bir çok dostluk kurmuştu.Biri vardı ki onunla daha sıkı dostluk kurmuştu.O da şöyle bir bakıldığında pos bıyıklarıyla, kalın kaşlarıyla, siyah sert saçlarıyla,orta boyu ve pehlivan görünümündeki kalıbıyla Mahmut’a benziyordu. Belki de bu benzerlikti aralarındaki dostluğun gelişmesinin sebebi. İki dost cepheye beraber koşuyor, düşmanla beraber çarpışıyorlardı. Bu savaştan sonra bütün hasret bitecek ve tüm yurdu huzur kaplayacaktı. Bu son seferdi. Bu sefere de beraber çıktılar, bir daha bir araya gelip gelemeyeceklerini bilmeden. Korkulan olmuş, çarpışmalar sırasında Mahmut şehit olmuş, Mesut’u yapayalnız bırakmıştı. Bu olay Mesut’u o kadar etkilemişti ki adeta Mahmut’un yanına bir an önce ben de varayım diye siperden çıkmış,düşman askerinin üzerine atılmış,çılgınlar gibi savaşmıştı.Ne kadar uğraşsa da isteğine kavuşamamış,Mahmut gibi şehit olamamıştı.
Türk milleti büyük bir zafere ulaşmıştı. Bütün yurtta bundan sonra barış ve huzur olacaktı.Asıl mesele bundan sonra başlıyordu.Ne gidecek bir yeri ne de bir yakını vardı.Mesut hem yetim hem de öksüzdü. Belki de düşmanın üzerine böyle şevkle ve büyük bir arzuyla gitmesinin sebebi buydu. Seferberlik hali bittikten sonra askerliği bitenler terhis edilip memleketlerine gönderiliyordu. Asıl sıkıntı da burada başlıyordu.Çünkü Mesut’un gidecek hiçbir yeri yoktu.Nerde kalırdı, nereye giderdi?Ne iş yapardı?Bunları hiç düşünmemişti.Seferberlik zamanı onun için bir kurtuluş gibiydi.Şimdi ise ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.
Taa ki komutanı Mesut’u yanına çağırana kadar. Komutanı onun aklına, hayaline gelmeyecek bir teklif sunmuştu.Savaşta şehit olan dostunun eşi ve çocuğu açıkta kalmıştı. Bu iki cana birisinin kol kanat germesi gerekiyordu. Komutanın teklifi; iki can dostu arasındaki benzerlikten de yararlanarak Mesut’u Akyazı Köyüne Mahmut Yanar olarak göndermekti. Bu teklifi ilk duyunca çok şaşırmıştı. Mesut kafasını allak bullak eden bu fikri biraz daha düşündüğünde mantığına uygun görüyordu. Aslında başka seçeneği de yoktu.Bu fikri Mahmut’un emanetini korumak için kabul etti.Kabul etmesine etmişti; ama hala beyninde bir takım düşüncelerle savaşıyor; “Doğru mu yapıyorum acaba? Köye varınca benim Mahmut olmadığımı anlarlar mı? Beni kabul ederler mi?”diye kendi kendine sorular soruyor ama bu sorulara bir türlü cevap bulamıyordu. Komutanın tarif ettiği gibi Mahmut’un evine vardığında kalbi sıkışır gibi olmuş, korku ve stresten dolayı yerinde duramıyordu.Mahmut’un eşini görünce içi burkuldu,bir ara hüzünlendi ve duraksadı.Biraz duraksadıktan sonra kendini toparlayıp:
–– Hey, Hacer tanımadın mı beni, diye bağırdı.
Hacer bir anlık şaşkınlığın ardından ,
–– Aaaah be, benim Mahmut’um gelmiş, hoş gelmişsin. Seni hiç tanımam mı? Sadece hasretinle yanmış, dalmışım biraz.Çok değişmişsin be Mahmut!
–– Sorma Hacer ,sorma askerlik değiştirdi insanı. Haa ne yapıyor bizim oğlan büyüdü mü?
–– Ellerinden öper babası, kocaman oldu. Baksana yürümeye bile başladı.
–– Aslanım benim kocaman olmuş Adını ne koydun Hacer, bana hiç söylemedin.
–– Sana sormadan hiç bir şey yapmak istemedim. Adını da sana sormadan koymadım.Bu zamana kadar yavrum diye sevdim.Ama artık çok mesudum,sen yanımızdasın,senin kolun kanadın altındayız Savaş bitti, herkes mutlu.Bana sorarsan adı Mesut olsun. Mesut kelimesini duymak sözde Mahmut’un kafasında şimşekler çakmıştı.Bir an afallamış, şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra Hacer’e dönerek:
“Sen nasıl istiyorsan öyle olsun hanım, bundan sonra oğlumun adı Mesut olsun”. Mesut, Mahmut’un emanetine kendi adını koymuş tıpkı adı gibi herkesi mesut ettiğini düşünüyordu.Düşünmesine düşünüyordu ama doğru mu yapıyorum,yanlış mı yapıyorum öbür tarafta Mahmut yakama yapışmasın diye düşünmeden edemiyordu.Fakat yaptığı feda- karlıkları,aklına mutlu ettiği kişileri getirince hoş görecektir herhalde diyordu.Mahmut aklına gelince yanlış mı doğru mu yaptığına hiç karar verememiş halde kabir azabı çeken bir ölü gibi vicdan azabı çekiyor, bunu hiç kimseyle paylaşamıyordu. Çektiği bu azabı anlamış olacak ki Hacer bir gün başını Mesut’un göğsüne yaslayarak “Çok Mesudum be Mahmut’um.İnşallah Allah bu mutluluğumuzu hiç bozmaz.” demişti. Hacer’in ağzından çıkan bu cümle bir anda Mesut’un çektiği vicdan azabını bitirmiş, içinin huzurla dolmasını ve doğru yaptığına gönülden inanmasını sağlamıştı.
Mesut bu düşüncelerle boğuşurken aradan uzun yıllar geçmiş küçük oğlu Mesut da kocaman bir delikanlı olmuştu.Karşısında duran Mahmut’un oğlu olduğu halde herkes onu kendisinin oğlu zannediyordu. Mesut babasına çok benziyordu.Oğlunu çok seviyordu.Ama oğlu için aynı şeyleri söylemek doğru olmazdı.Çünkü Mesut babasına karşı küçüklüğünden beri bir soğukluk hissediyor hep babasına karşı uzak duruyordu.Bunun sebebini kendisi de bilmiyordu.Olmuyordu bir türlü; babasını gönülden sevemiyordu.
Mesut bu soğukluğun sebebini düşünürken bir gün bir şey bulmuştu.Bulduğu bu şey ona bu soğukluğun tam bir cevabı niteliğindeydi.Tavan arasını karıştırırken babasının yıllar önce askerden getirdiği eşyalar arasında bir fotoğraf bir de mektup bulmuştu.Fotoğrafta birbirine çok benzeyen iki kişi vardı.Bunlardan birisi babasıydı ama hangisiydi?Çünkü ikisi de birbirine çok benziyor, birbirlerinden ayırt edilemiyordu.Yıllardır tozlanmış ve bu tozla yıpranmış mektubu okuduğunda ise aklı başından gitmişti.Mektupta o kadar ilginç bir şey yazıyordu ki bir an gözlerine inanamadı.Şimdi anlamıştı bu soğukluğun sebebini.Bu adam gerçek babası değildi.Pek ısınamadığı bu kişinin gözünde hiçbir değeri kalmamıştı.Aksine kin ve nefret kaplamıştı vücudunu.Mektupta komutanında dediği gibi bu adam gerçek babası şehit olduğunda babasıymış gibi köye gelip bütün herkesi kandırmıştı.Bu adamı artık gözünde bir baba değil de namus düşmanı adi biri olarak görüyordu.Kin ve nefreti her geçen dakika artıyordu.Bir an bunun hesabını sormalıyım diye kendi kendine söz verdi.Bu namus düşmanını öldürmeliyim diye söylenmeye başladı.
Her şey bir iki dakika içinde olmuş daha az öncesine kadar hayatta tek dayanağı olan babası şimdi gözünde bir toz zerreciği kadar değeri olmayan namus düşmanı bir herif olmuştu.Bir yandan söyleniyor, bir yandan da tavan arasını karıştırıyordu.Bir hasırın altında babasının askerden kalma tek kırma süngülü tüfeğini gördü.Gözü dönmüş olan Mesut buldum diye haykırıp sevinmeye başladı.Evet öldürecekti o adamı.O adam hem kendisini, hem de zavallı annesini yıllarca kandırmış namuslarını kirletmişti.
Tüfeği eline aldığı gibi sözde babası olan o adamı aramaya başladı.Kısa bir aramadan sonra babasını bahçede buldu. Babası Mesut’u elinde tüfekle görünce bir an çok şaşırdı.
–– Ne yapıyorsun oğlum? Oynama onunla şimdi bir zarar açacaksın.
–– Konuşma be ırz düşmanı! Zarar açmayacağım, dünyayı ve ailemizi bir pislikten kurtaracağım.
–– Ne diyorsun oğlum sen şaşırdın mı ne oldu?
–– Konuşma pislik herif son duanı et, dedikten sonra tetiğe bastı ve babasını tüfekten çıkan tek kurşunla vurdu.Öyle ki kin ve nefretini bitirmeye tek kurşun yetmemiş tüfeğin ucundaki süngüyü babasına devamlı saplayıp duruyordu.Silah sesini duyan annesi dışarı çıkmış ne oldu diye bakarken kocasının başında oğlunu elinde kanlı bir tüfekle görünce dayanamayıp bayılmıştı.
Silah sesini duyan köye yakın yerdeki karakolda bulunan jandarmalar hemen olay yerine koşmuş Mesut’u yakalamışlardı.Mesut artık kendini çok huzurlu hissediyordu.Çünkü ona göre ailesinin namusunu temizlemişti.Namus yüzünden birkaç yıl yatmakta pek koymayacaktı.
Hacer ise ayıldığında oğlu yakalanmış kocası ise cansız yatıyordu.Bu olay karşısında yıkılmıştı.Kendini suçluyordu.”Benim yüzümden benim!” diye haykırıp duruyordu.Komşuların yardımıyla kocası defnedildi.Hacer ise hala kendine gelememiş “söylemeliydim, benim yüzümden!”diye bağırıp duruyordu.Aradan biraz zaman geçtikten sonra bütün olanlara rağmen oğlunu, can parçasını görmeye gitti.Oğlunun yanına vardığında oğlu:
–– Anne anneciğim hoş geldin,nasılsın,iyi yaptım de mi? Irz düşmanına gereken dersi verdim.
–– Ne yaptın be oğlum sen hiç düşündün mü?
–– Ne oldu anne niye öyle diyorsun? İyi yapmadım mı ?
–– Ah be benim akılsız oğlum hem baba katili oldun,hem beni yalnız bıraktın,hem de mahpuslara düştün.
–– Neden baba katili olacakmışım ki o adam namus düşmanı.
–– Her şey senin bildiğin gibi değil oğlum o adam bizim köye geldiğinde bütün olanları anlattı benimle evlenmek istedi.Ben de başımızda bir erkeğin bulunması iyi olur ele muhtaç olmayız deyip rahmetli babana da çok benzediğinden dolayı kabul ettim.Hatta nikahımızı da Feyzullah Hoca kıydı.Bu olanların hepsini, hep sana anlatmamı söyleyip durdu ama ben senin yıkılacağını hayal kırıklığına uğrayacağını düşünerek bunu hep erteledim.Ama suçlu benim. Sana söyleyemedik. Ah be benim akılsız oğlum; hem baba katili oldun,hem beni yapayalnız bıraktın,hem de mahpuslara düşün.Şimdi ben ne yapacağım, bana kim bakacak? Yapayalnız kaldım.
–– Anneee, annem? Ne diyorsun sen ne yapmışım ben,ah ne kadar da akılsızmışım! Kendimi hiç affetmeyeceğim.Bari sen affet de yaşamam için bir sebep olsun, anne ne olursun beni affet! Bunların olmasını hiç istemezdim.
–– Ben sana ne diyebilirim ki oğlum. Senden başka kimim var ki benim.Ömrümün yettiği kadar seni bekleyeceğim oğlum.
–– Annem, anneciğim! Affet beni…
Hacer ilk eşini vatana feda etmiş ikinci eşini de oğlunun namus derdine bir hiç uğruna kaybetmişti. Oğlunu da mahpus köşelerine bırakmıştı.Şimdi yapayalnız yaşayan bir ölü gibiydi.